10 Ağustos 2011 Çarşamba

ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİNİN 56.57.58.59.60 GÜNLER

DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 60. GÜNÜ
Üç ay önce de erken kalkardın benden. Yine öyle yapmış gelmiş sabah sekiz gibi. Otuz yıllık musaybım kendi emekle yarattığı dünyasında çok düzgün bir adam. İlk andan itibaren gelmek istiyordu candan dostluğu ile.
Henüz musaybım ile konuşurken sloganlar yankılanıyor meydanda. Bir inat var çabuk duyalım diye. Emekli-Sen  Beyoğlu Şube Başkanı Hasan Kaçkır, emeğin alınterinin direnişçisi Türkan Albayrak, Necati Demircan, Mustafa Altun, Ramazan Tanrıkulu …
Bizden sayıca fazlalar meydanın gözleri bir kez daha parlıyor. Hararetle kucaklaşıyoruz. Birde imza toplayıp getirmişler ve bolca selam. Diyoruz ya kocaman aileyiz bir de bağlı bir de güzel işte öyleyiz ki Mehmet Akdemir selam veriyor.
Demet, ben ve kızım Hasan Amca’ya iniyoruz. Cennet diye bahsediyorum ordan sürekli. Munzur’un kıyısından bostandan filizlenen sebze ve meyve ağaçları var. Kuş sesleriyle şenleniyor ve kümes hayvanları tanıdık eski bir şarkı tadında güzel. Demet kamera ve fotoğraf makinesinin sürekli değiştiriyor. Asma köprü ve doğa çok güzel. Piknik yapanlar bizi fark edince yiyecekleri örtü ile kapatıyorlar. Sırayla Munzur’un soğuk suyuna dokunuyoruz.
Kumru ana yakıyor bir sigara hemen ve her zamanki duasını ediyor. Düzgün Baba yardımcın olsun, kuvvet versin. Kumru ananın kemik erimesi hastalığı var. Sürekli ağrı çekiyor. Ama ne yapıp edip katlanıp acılara yanımıza uğramada edemiyor. Şimdi biz yanındayız. Gülseren’in odasında çekim yapacağız olur mu?nasıl olmaz bak arkadaşların geldi kızım. İyi ki böyle insanlar tanıyormuş ta seni buradalar şimdi. Bak şu resim kınalı kuzumun gelinlikli resmi. Seviyoruz seni Gülseren, seviyoruz aileni, dokunduğun şu kapı kolunu çardağını gölgesine oturduğun asmaları seviyoruz. Şakalaşıyoruz Şevin’le tombik yanaklı kahkahaları gamzelerle güzelleşiyor. Kızım şalvarıyla buraya özgü çok güzel taşıyor. Saat akşam altıda her haftaki basın açıklamasını yapıyoruz. Coşkumuzda hiçbir eksiklik yok. Meydana bir kez daha vuruyoruz.
Toplu mezarları açın cenazelerimizi verin . çaylarımızı içiyoruz yine. Hepimizin söyleyecekleri var. Paylaşıyoruz birbirimizle. Dersim hep başkaldırmış yönetenlerine asi bir şehir olarak bilirim diyor Hasan Abi. Emekçi kendisi devrim emekçisi durmuyor Ömer Ayna’ya dergiyi Fransa’da nasıl bulacağını anlatıyor. Hava soğudu ayaklarımıza vurmaya başladı. Keskin bir bıçak gibi.
Umuda sarılmalı herhangi bir noktaya odaklanmadan uyumalı. İyi geceler…
8 Ağustos  2011

DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 59. GÜNÜ
Geçmemiş acıları hiçbirini. Rüzgar yok, onlar da vermişler sesini güneşe. Kuru toprak acılar gibi çatlamış yüreklerinde. Yaşları çok eskiden kalma Munzur gibi Mercan dağları gibi kıyısında 17’lere bakarlar…
Türkü söylerler her Mayıs’ta. Ölüm diz çöker, zalim kaçak… yeniden özgür yeşerir kırda hayat. Gönül bahçelerinde hiç kaybetmezler o kadim insanı. Taş kalpli sanır hiç tanımayan niye dağlara mendil tutarlar diye. niye kol kola sıralı dağlara ayak sallarlar. Bir dokunun ellerine nasıl da yumuşaktır kalpleri görün gözlerindeki narinliği. Zenginliği görün yüreklerinde, Munzur’un hayatı orda barındırdığına bir kez daha tankı olun. Aşık olacaksınız. Başak’tan tane tane sökülürken hayat zindanda bir bildiridir direniş… o yüzdendir başeğmezlikleri.
Annem sloganlara doğru koşuyor. Çözülüyor sinirleri kucaklamak istiyor tek tek her sözü. Alkışlarla sloganlarla buradalar DHF’li şehit aileleri. Annemin davranışı beni de etkiliyor doluyorum. Kucaklaşıyoruz Yaşasın Devrimci Dayanışma diyoruz. Bir dakikalık devrim şehitlerini anmak için saygı duruşuna geçiyoruz. Seviyoruz analarımızı, seviyoruz özlem duyduklarını. Alkışlıyoruz ölüm orucu gazisi Tekin Yıldız’ı ve diyoruz ki sizler gibi biz de asla açlığın virgülüne düşmeyeceğiz. DHF’li dostlarımızla alkışlarımızla vedalaşıyoruz. Kız kardeşim burada kaldığı kısa zamana 14 yılı sığdırıyor. Munzur’a ineceğiz arkadaşlar yürüyüp yürüyemeyeceğimi soruyor. İnerim diyorum. Bir soluk Sadık Okan, kızım, Demet, Kinem  ve Ben iniyoruz. TAYAD (Mavi Köprü) Köprüsü’nün anlamını konuşuyoruz. Ölüm orucunda şehit düşenleri ve TAYAD’lı Aileleri anıyoruz saygıyla.  İki gündür bakanla olan görüşme Dersim’de sıkça konuşuluyor. Yaşı bir hayli ilerlemiş bir amcamız bilgece valinin konuşmasına takmış. ‘Valinin Dersim’den bahsediş şekli sömürge valisinin bakışıdır’ Dersim’linin referandumdaki Hayır’ını  ise gerçek yeni halkçı bir anayasa istemediklerimden değilde AKP karşıtlığı ile açıklıyor.
Bir diğer öne çıkan ise sevgi  ile çocuklarımın birlikte anılması. Benim olası bu savaşı kaybetmemde onların durumu. Tabi benim hayatımı kaybetmemde konuşuluyor. Bu eylem şunu göstermiştir onurlu bir yaşam kutsaldır. Tertemiz Munzur suyu gibi. Kirlenmemiş insanın yaşadığı kirlenmemiş hava, su, toprak gibi. Hayatta kalabilmek için olağanüstü bir çaba verilmelidir. Yaşanılan her ana saygı ile sarılmalıyız. Hissedebilmeliyiz konuşabilmeliyiz dokunduğumuz her şeyle. Aslında biz, ben burada tam da bunu yapıyoruz. Daha çok severek sarılarak kucaklayarak hissederek özümseyerek saygı duyarak anı yaşıyor böyle yaşamayı kutsuyoruz.
Hatırlıyoruz hatırlatıyoruz. Sevgi şu an kızımın şalvarında buraya kan gözlerde sevgi. Bir tarifi yoktur sevginin, bağlılığın. Kinem ve Demet ablasının ortasında uykuda bir tanem. Sevgi sonrada konuşulur şimdi dinlenmeliyiz hep birlikte.
7 Ağustos  2011


DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 58. GÜNÜ
Ali Yıldız kardeşimin panosu önünde ilk çayımı içmeyi düşünüyorum. Tunceli Emek Gazetesinin emekçilerinden adını bilmediğim bir arkadaş geliyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı burada. dün akşam sizden bahsettik çabası içinde oluyor. Rengim değişiyor teşekkür ediyorum içtenliğine sonsuz saygı duyuyorum.
Eray annemi kardeşimi kızımı kardeşlerimi çabuk çağır. saat kaç böyle mi olmalıyız. Acele edin! Koşturuyoruz hep birlikte. Annem kızım ve kardeşlerim bakanı çevirip konuşacaklar anlatmaya çalışıyoruz.
İlk temas kurulmuş bakanla telefonumu almış. Adalet Bakanına bilgi vermiş 10 dakika sonra telefon çalıyor. Arayan bakanın kendisi. KAMER vakfında görüşebileceğini söylüyor. Aile ve Sosya Politikalar Bakanı bizi bekliyor. Hareket ediyoruz mesafe kısa ama yorulmamamız için taksi çağrılıyor. Tam bunlar olurken kendi aramızda eksiklikleri konuşuyoruz. Her şey bu çadır eksenli hepimizin burda olmasının nedeni bu. Bu çadır ki duruş, konuşulanlar artık bizden çıkmış dünyalara mal olmuş bir direniştir. Azız sayıca yorgunuz belki hülyalılar da var sanki. Arkadaşlar iyi şeyler yapıyoruz devam edelim olur mu.
Kızım elimden tutuyor sıkıca. Çocuk yüreğiyle güç veriyor buradayım baba… Annem kardeşlerim sıralanıyoruz adımlarımızda kararlılık var. Yüzlerimizde kendine güven…
Kapalı ortam boğucu gibi loş bahçenin daha uygun olduğunu söylüyorum. Bakan geliyor evet merhaba biz iyiyiz her zamanki gibi. Bakan, vali, bürokratlar, emniyet ve biz konuşuyoruz. Eğer o an unutulmadıysa söylenmesi gereken söylenmiş, sorumluluk hatırlatılmış ve direnişimizle konunun takipçisi olacağı dile getirilmiştir. Konuşmanın kayıtları video olarak Halkın Sesi Tv’de  sanırım gösterilecektir. Takdir dedik ya halkımızın.
Az gibiyiz mi! Ne kadar sunabildiğimize bağlı bu. Yer altı çarşısı esnafını ziyarete gidiyoruz. Şeker ikram edip biz de gönül sohbetlerini alıyoruz. Az gibi mi demiştik, kim demiy onu! Gül yüzlü gelin ve damadımız buradalar. Alkış ve resimle bu güzel iki kardeşimizi yolcu ediyoruz. Tabiî ki bir çeyrek altın ve direniş çadırı TAYAD’lı aileler notunu unutmuyoruz. Kızım koşturuyor babacığı için. Amcası için arada kendisi için de dondurma ve soğuk içeceklerle koşturunca yorgun ve halsiz düşüyor. Koşuyor neyseki, ateşi yok bilir babası yapıyor kontrolleri.
Mektuplar aramalar ve ziyaretçilerimizle bir günü daha gece yaslıyoruz. Kızım koynumda baba ben daha küçüğüm evet aşkım tabiî ki küçüksün sen civcivi ne yaptın. Halan çoraplarımızı kutuya koydu. Civciv sıcaklığını kanat sanıp alırsa uyuyacak bizi de uyutacak. Hadi bizde gürültü yapmayalım. Hep birlikte uyuyalım olur mu…6 Ağustos  2011


DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 57. GÜNÜ
Günaydın arkadaşlar. Günaydın Uşak, Kandıra, Sincan ve Bakırköy hoş geldiniz. Ne iyi ettiniz de sıcacık selamlarınızla sabah çayımıza eşlik ettiniz. Hoş geldin Cevahir Canbolat(Ankara Pir Sultan Abdal Derneği Yeni Mahalle Şubesi). Bu güzel niyetiniz için çok teşekkür ediyoruz. Fakat ben ölüm orucuna başladıktan sonra bu çadırda destek açlık grevine son verdik. Cevahir en güzel dayanışma örneklerini paşlaşıyor bizimle teşekkürler…
Ben sizi anlamaya çalışıyorum deniyoru m da fiili olan ben 57 gündür bir eylemdeyim. Bunu görmek öyle değerlendirmek durumundasınız. Somut olarak talepler benim başkasıyla karşı karşıya gelmemle çözülmez etik te değil.
Cumhuriyet Pazar ekinde yayınlanmak üzere röportaj yapıyoruz. Yazdıkça düşünüyorum da…
Kız kardeşim Nurten gitti Nurcan geldi. biz ailece Ali’yi istiyoruz. Nurcan ki dünyanın en yufka insanı, dokunsan ağlayacaklardan. Hümanist biri siyaseti de öyle algılar. Gel gör ki Nurcan şimdi bir şeyleri eksik mi yapıyorum kaygısı taşıyor. Çok feodal bir ailemiyiz belki evet belki hayır. Ama gerektiğinde hesapsız bir dayanışmanın içinde hep olduk.
Belçika Alevi Birlikleri Federasyonu’nun dedesi arıyor. Biz Aleviler hep mi böyle şeyler yaşayacağız diyor. Yabancısı değil zaten Hüseyin Cevahir’in akrabalarından… aleviler çok zulüm görmüşler ama zulmün genel bir adresi herkes her halktır.
Uluslar arası destek mesajları gelmeye devam ediyor. Belçika’dan Liège üniversitesinin İngilizce Edebiyat profesörü Christine Pagnoulle da Türkiye Başbakanına bir mektup yazdı. Belçika’lı tarihçi Mazyar Khoojinian toplu mezarlar açılsın çağrısını imzaladı. Sürgün gazeteci Doğan Özgüden’in de imza metnini imzaladığını öğreniyoruz. Yine Latin Amerika’dan destekler geliyor. Honduras’lı psikolog Guillermo Enrique Moncada Osorio. Diğeri de, dünyaca ünlü siyasi ressam ve karikatürist Carlos Latuff. Carlos Latuff’un daha önce Güler Zere’nin resmini yapmış olduğunu öğrenmekte bizi sevindiriyor. Bu tür haberleri Halkın Sesi TV’den öğreniyoruz. Takip etmek isteyen dostlara duyurulur. Boyu 6cm’yi bulan bir çekirge misafirimiz oluyor. Yastığımın altına süzüldü şimdi çıkamıyor. Bizde zarar vermek istemiyoruz. Uç çekirge hadi doğal ortamına dön.
Hani dudaktan şakaklara bir titreşim dalgalanıranlık, ağlamadan önceki saliselik zaman. Dünkü radyo konuşmasının final bölümünde çadırımız o tepkiyi veriyor.
Ben unutuyorum odaklandığım konuyu yanılacak şeyler yazmayayım. İyi geceler bugünlük sevgili evren…
5 Ağustos  2011

DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 56. GÜNÜ
Savcının ben orayı açtırmam lafı devletin resmi ağzıdır. Tabiî ki açtırmamak için her türlü yolu deneyecektir. Biz de diyoruz ki açtıracağız. Burada kuruldu ise bu çadır kah gözyaşı kah bin emekle binlerce sahibi ile üstelik Dersim’de açtırıp alacağız. Bizler dostuz ve söyleyin ne yapmalıyım ben ne istiyoruz?
Kardeşim Nurten dönüyor İstanbul’a. Kızım dinlen artık baba diyor. Yamaç paraşütünü denedim tavsiye etmem diyor güven dolu pak yüzle. Kazım Koyuncu Kültür Merkezi’ni ben bilmiyorum, evet Nazım Kültürü biliyorum. Karşısında Ada Kafe’yi bilirsiniz. Ne güzel orayı da biliyorsunuz. Gülerek içten diaframdan anlatıyorum. Biraz  dinlenmeli…
Yayınlanan günlüklere bakıyorum. Yazan arkadaşımız bir sayfa eksik yazmış. Üstelik unuttuğu veya anlamı eksik cümleler de eklemiş. Sevgili Ceyhun duyuyormusun beni. Demet Demet bazen eksik kalıyoruz. Bizleri takip eden dostlarımızın anlayacağını umuyoruz. Avusturya’da Anadolu Federasyonu  yayınını yapan Anadolu Radyo’ya canlı bağlanıyorum.  Ali’mizin olduğu yere yapacağımız fiili müdahaleyi anlatıyorum. AKP vermiyor oyalıyor duymazlıktan  ve gözmezlikten geliyor. Gelen haberler çok iyi rüzgar bizden yana esiyor. Değil ülkemizin dünyanın gündemine oturacak. Bu kadar büyük toplumsal gücün karşısında asla duramayacaklar. Ben iyiyim her zaman ki gibi. Yüzlerce günde sürse açlığa karşı direnç, kötüyümü kimse duymayacaktır. Açlık nedir ki sizdeki karşılığını bilemeyiz. Bizde kardeşlik, yoldaşlık ve bağlılıkla bezenmiş sevgidir. Açlıkta da olsa bu beden tek hücresiyle de olsa haykıracaktır. O mezar açılacak ve alacağız. Kaç kez söylememiz gerekiyorsa söyleyeceğiz. Hayatı öyle algılıyor yaşamayı öyle seviyoruz. DHF’den gelen konuğumuz yaklaşık iki saat kalıyor yanımızda. Hep yanımızdaydılar yine öyle geçiyor sohbet 56 günlük ölüm orucunu konuşuyoruz.
Bir el çıkıyor önce sonra şakakları çökmüş bir baş ve zayıf gövde. Bir el çıkıyor ve bir tane daha. Çadırdan yüzlerce parlak göz ardı ardına uzatıyorlar bakışlarını. Uzaklardan binlerce haykırışa binmiş insanlar kavrıyor çadırı. Açar gibi mezarları açar da hasretle kucaklar gibi kucaklıyor. Yola çıkmış çoktan serüvenciler atları dört nala Dersim’e doğru sürüyorlar. Az soluklanıp çok yol almaktalar. Kimse bu hikayede geride kalmak istemiyor. Haydi haydi haydi kimse değil siz konuşun kendi adınıza. Almanya’dan gelip imza atan bir kardeşimiz  annesi  imza atmadığı için kızıyor. Kolundan tutup getiriyor imza masamıza.
Erdal abi İstanbul’a dönüyor ailesiyle güle güle güzel adam. Hüseyin Aygün hatırımızı soruyor. Toplumsal baskı var deyip ekliyor, halk bu durumun çözülmesini istiyor.
Bu günkü Radikal Gazetesi’nde İsmail Saymaz imzalı çıkan bir haber vahşetin boyutunu gösteriyor. Katliamın boyutu dehşet verici. Kafası kolu bacağı veya gözleri oyulmamış kimse kalmamış gibi. Hangi insan müsvettesi yapar bunu. Ne hisseder bir canlıya dokunurken. Peki bunları koruyup kollayanlar ne demeli hangi vasıflarını değerlendirmeliyiz. Saltanat sürdürdüğünüz mekanlar size mezar olmayacak kadar küçük kalacaktır. Yakın tarih kralların çöplüğü ile doludur unutmayın. Kızım Erdem abilerde yatacak bu gece… Seni seviyorum bir tanem….
4 Ağustos  2011










DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 55. GÜNÜ
Çok özel bir konukla başlıyoruz güne. Çayan mahallesindeki çadır baskınını yaşayan Avrupalı Özlem ablamız gelmiş. Dost ve güleç yüzlü; Dedim ki ne yapıyorsunuz demokrasi yok mu? Yok demişler TAYAD’lı ablamıza.
Galatasaray’daki direnişe de katılmış. “Sadece birkaç saatline de olsa seni ve çadırı görmeden gidemedim” diyor. O kadar yola katlanırsa insan, sadece birkaç saat için… özel bir açıklama gerekiyor. Nasıl bir özveridir, bağlılıktır, duygudur. Hangi inanç, sevgi, tutku bu kadar yüce olabilir. Kaybolmaya yüz tutan aşk mıdır?!. Hangi sözcükleri ardı ardına sıralarsak ulaşabiliriz… içinde yalanı çıkarı pazarlığın hesabı olmayan… İstiklal’de kaç aşık yürümüştür ayrılık kaygısı taşımadan, ya da aşkı sloganla süsleyeni… adım geçmiş Alimle birlikte Ruhan abla dokunmuş isimlerimize elimdeki şiirinde aşk vardı, okudum, Hozat geçiyor içinden bir de… bir de bize denk düştü sanırım…
Kavuşmak nedir ki sevdiğim
uzak kadar yakın değil hiçbir şey
düşün ki Hozat’ta bir yalnız ağaç
ve Zühre yıldızı
nasıl da sevişirler geceler boyu
binlerce ışık yılına inat

Ayrılık nedir ki Zaza gülüşlerin
Ben bu aşkı yıkılan duvarlardan
Roma’nın tutuşan sokaklarından
Çadırımda büyüttüm

Ben bu aşkı
Kimsesizler gömütlüklerinde
Çocuklarını arayan annelerin

Yalnızlığına sardım da büyüttüm

Uzaklaştıkça büyüyor gözlerin
Hoş geldin

Seni yazdıkça büyüyor şiirim
Seni yazdıkça güzelleşen
Bir ülke gibi seviyorum…

Ruhan Mavruk

Her zaman ziyaretçimiz olan genç çift kardeşlerimiz söz kesmeye büyüklerinden el öpmeye gidiyorlar. Rıza buraya uğrayacaklar önce deyince bir telaş bir çiçek yaptıralım hemen. Koşuyor Kinem sözde lafı uzatıyoruz nerde kaldı güllerimiz…
Gelinlikle geleceğim abi hafta sonu, damadımız ise belki birileri utanır diyor. Utanmasınlar boş ver. Açlık grevi çadırı sanat galerisinde tutsak resimleri nasıldı ama. Gerçek ustalık vardı dikkat ettin mi. Hayaller kına gibi akmış resimlere.
Galatasaray’dan Kandıra’dan 30’a yakın misafirimiz geliyor. Hep birlikteyiz seninleyiz. Ne kadar az benli konuşuluyor buralarda. Ziyaretçilerimiz var her zamanki gibi. Bir ihtiyacın var mı yok teşekkürler fakat isterseniz Gölge dönere yok demez. Köpeğimiz afiyetle yiyor. Aklımda Somali’de yol kenarındaki açlığa bırakılan çocuklarda. Esmer tenli sefaletin çocukları bilemeden çocuklarını kana kana yaşayamadan teslim alınan bedenleri.
Ramazan fiyatları el yakıyor. Bir taraftan indirimli satışlar erken başlayacakmış. İftarda sindirerek yavaşça yemek gerekiyormuş. Sahurda ise yağlı ve tatlılardan uzak durmak gerekiyormuş. Her kesimin dini inancına saygı duyuyoruz tabiî ki. Ama iftar çadırlarındaki açlık nasıl sadece oruçla açıklanabilir. İstismarın bu kadar fazla olduğu İslam alemindeki yoksulluk yolsuzluklardan kaynaklı din sömürüsünün üzerine de gidilmelidir. Dokuz altı yollarında bir zincir boğazımda sıkar sıkar gevşetemem ağlayamam. İnsanı alçaltmayan hep değer katan aç kalmakla nefsine bir tutam sahip olmak kutsaldır. Sıra sıra dizilmiş günün yorgunluğunu atan plastik sandalyelerimiz ve çadırımızın girişi iyi dinlenin. Uykusu gelmiş kızımın siz gibi.
Sabah ilk gelecek misafirlerimiz ve düşlerine bizi misafir edecekler gelecek günler hepimizin olsun. Bizler iyiyiz…

3 Ağustos  2011

DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 54. GÜNÜ
Şafak olmasına rağmen henüz sıcaklık çok fazla. Saat sabah 10.00 ve ben üçüncü atletimi değiştiriyorum. Serçeler çadırın yanındaki dolapların gölgesinden faydalanıyorlar. Ağızları açık hızlıca soluk alıp veriyorlar. Şehirde gördüklerimizden daha ufaklar. Söğüt gölgesinde misafirlerimizden biri doktor sık sık gelmeli iç organların zarar görür ölürsün diyor. Ölürüm mü! Kızım yanımda sertçe ‘’neden ölsün ki ölmeyecek babam tamam mı’’ diyor.  Kızıl oluyor bir anda. Misafirimiz biz Almanya’da çok açlık grevi yaptık diyor hala. Kelimeler anlamıyor çocuk halini. Ben kalkıyorum dinleneceğim diye. kızım peşimde. Uyandığımda ise küçük bir çocuk oluyor yine. Eli boynumda şımaracak konu peşinde. Uzandığımda ise küçük bir çocuk oluyor tekrar. Eli boynumda şımaracak konu peşinde. Gazeteler geliyor  sayfalara yapışmış ölüm haberleri var. Genç yoksul askerler var… yanında enselerinden infazlar bir de gaz bombasının acımasızca almaya çalıştığı çocuk bedenleri.
‘Dereler akar gider taşları yıkar gider’… her günkü HES haberleri var. Derelerin talanının peşinde olanlarla direnenler. Zengin tayfasının Türk bükündeki plajlı kadın resimlerini koymuşlar. Bir de gözünüz aydın bu da Kürt bükü deyip Dersim derelerinin bir kısmını paylaşıyorlar okuyucuyla. Yağması nerde peki Munzur’un sırada olan barajdan neden bahsetmiyorsunuz ? bütün canlıların kıyısında uyumaktan mutlu olduğu cennetin talanını anlatın.
Festival nasıldı sorusunun cevabı birazda burada. Düzenleyenlerin ve katılımcıların ortak noktası Munzur’un doğasının ön plana çıkarılması. Tahribatın önlenmesi … ancak pekte öyle olmuyor. Dersim’e ait özellik olan çok seslilik ve demokratik yapı olumlu bir durum. Karar alma ve uygulama aşamasında bu çok seslilik bir yarışa dönüşüyor. Konuların gerçek hakiminden ziyade benim konuşmacım benim sanatçım 1. Gün sonucu gün ve sıralama kaygısı gereğinden fazla yer kaplıyor hafızalarda. Dersim’e yeni karakolların yapılması, toplu mezarlar, geleneksel paylaşımcılık, kültürel erezyon, derelerin talanı ve dağlarına hareket özgürlüğü hep geri planda kalıyor. Büyük beklentileri olanlar için hayal kırıklığı yaratıyor bu durum. Sadece bir avuç esnaf bu durumdan hoşnut kalıyor. İlk defa gelen biri bu durumdan asla keyif almadan dönüyor.
Düşlerin sonsuzluğa koştuğu yerde
Sabrın çiçeklerinin açtığı yerde iseniz eğer bu çadır son sözü söyledi. Festivalde en önemli uğrak oldu. Geleneksel ilişkiler yaşandı burada hemde binlerce Dersim’li ile birlikte. Acı paylaşıldı, iki paket çay ile, imza ile sohbet ile. Avuçlar terledi, ayaklar üşenmedi gelip meydanı slogana boyadı.
Özgür tutsaklar konuşuldu ve tecrit. Umut olundu aktık birbirimize. Dediler ki kalem sende şimdi tarihi bir de sen yaz. Çadır yazsın Ali’mizi… Ali’lerin dağları yazdığı gibi. Pankart açıp sesleniyor tutsaklarımız Kandıra’dan, Alanya’dan, Bafra’dan, Sincan, Kırıklar ve Tekirdağ’dan ve Malatya’dan TOPLU MEZARLARI AÇIN diye.
Birazda gülelim ve teşekkür edelim tutsaklarımızın yaratıcılığına. İki bildiğimiz öküz bankta oturup sohbet ediyorlar. ‘Büyük bir şirketin ulaştırma departmanında çalışıyorum’ deyince biri diğeri ‘öküz arabası çekiyorsun yani ! ’ gülemedik mi doğrudur. Çünkü karikatürünü de görmek gerekiyordu.
Serinlemiş hava acayip güzel. Anılar peşpeşe çaylarla yudumlanıyor. Temizlik görevlisi arkadaş mesaisini çadırımızda noktalıyor. 3. Gününüzde gelmiştim ilk defa 54 gün olmuş dün gibi. Evet dün gibi geçen zaman ardımızda kalan. Kaç kişi ile tanıştık konuştuk dertleştik ve andık. Yanımızdan ayrılmayacak gibi duranlar gittiler tek tek. Yeni arkadaşlar bırakmadı hiç boşluk. Kim elinden ne geliyorsa yapıyor. Bakmayın derme çatma duruşuna her gün binler izliyor ekrandan.  Merak tutku sahiplik var. Bağlılık var takvime eklenen her güne. Ortaklaşa düşler kuruluyor bir ağ gibi aralıyor açlığa karşı direnç. Mapushane olur apartman katı veya. Mevsim yazlık ta olsa patos ta havalanan düşünce gelir bu meydana düşer. Tabaklar sofraya kaçak gibi iner tam oralarda. Kaşıklar ters daldırılır. Toktur orda gözler, burada Munzur Dersim gökyüzü ve ben… iyi geceler güzel insanlar güzel kalabilenler…

2 Ağustos  2011


DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 53. GÜNÜ
Dün gelecektim aslında ama düşündük ki kalabalık konuşamayız o yüzden şimdi geldim. Sabah il ziyaretçimiz ÖDP Genel Başkanı Alper Taş oluyor. Haklı mücadelemizi desteklediklerini ve bu konuda parti olarak üzerlerine düşen görevi yerine getireceklerini söylüyor. Almanya Sol Parti Milletvekili Tül(Dersim) asıllı milletvekili Hamide Akbayırç ikinci konuğumuz oluyor. Süreci paylaşıyoruz anlatıyoruz bunu elimden geldiğince paylaşacağım anlatacağım diyor.
Üzüldüğü için böyle ortamlara çok girmezmiş Haydar amca. Güler Zere’nin babasını arkadaşlar böyle değerlendiriyorlar. Amam 50. Günlerde burada gözlerimi okumaya çalışıyor. Şüphen olmasın Haydar Amca şu meydan şahittir duygulara. Gençler veya yaşlılar ilk kez selamlaştıklarımız şahittir. Dersim’de doğan güneş ve mehtabı şahittir. Buz gibi Munzur’u ona kaynak dağları şahittir ki biz kazanacağız. Ben kazanacağım sen o hepimiz kazanacağız. Sen yine selamımı söylersin Güler’e. Giderken meraklışdı geride kalanlara fırsat bulursam geleceğim yanına. Küba’dan hiç tanımadığımız ama çok iyi bildiğimiz dostlarımız selamlarını yollamışlar. Bir de şeker evet şeker, toz şekerin daha irisi ve daha sert, rengi esmer Latin rengi pancarın saf hali imiş.
Söğüdümüz tarihe tanıklık etmeyedevam ediyor. Dinliyor gelişmeleri merakla. Sulamayı unuttuğumuzda nasıl döküyorsa yapraklarını işte öyle döküyor bir olumsuzluk duyduğunda. Sola yaslanmış biz gibi. Ayrılık zor gelecek ikimiz içinde. Belli etmiyor ama altından geçerken okşuyor yanaklarımı sessizce. Saçlarıma ürkek öpücükler bırakıyor. Bir dalını koparmış çıcuklar. Çok kızdım öfkelendim hiç yakışıyor mu bize bir de kucak açmışken yar gibi. Eğer içinde sevgi varsa asla kırmayın onu aksine büyütün ve paylaşın. Paylaştıkça dünya olup akacaktır her yerden. Hakikat bulacak bak sizi çıkarsız ve hesapsız. Kendinize söyleşemediğiniz çekinceleriniz de olmayacaktır. Ortaya bir soru atıyorum. Festivali nasıl değerlendiriyoruz.
Anılarımızda günlüğümüzde çocukluğumuzda paylaşmış isek bir resmini şiirini takmışsak kolyesini kolumuza dövmesini kızımışsak… şimdi o hayalet burada çadırımızın içinde… çayımızdan hücrelerimize akıyor. Asla kahraman doğulmuyor kendi söylemenle de olmuyor. Değil mi komandan. Erneste Che Guevera … Hasta Siempre !

1 Ağustos  2011

DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 52. GÜNÜ
Antigone bu topraklarda yaşıyor! Evrensel gazetesinden Sennur Sezer böyle güzel ve uzun tanımlamış eylemimizi ve beni.
Yan yana yatarız kardeşimle iki sevgili gibi gerekirse. Ben gömmeye gidiyorum kardeşimi. Antigone kardeşini gömer ve bir mezara sahip olmasını sağlar. Öldürürler bunun üzerine Antigone’yi. Kurda kuşa yem etmemiştir kardeşini. Dersim’de bir Antigone var deyip aydın, sanatçı ve yazarlara seslendiği mektubunu yayınlamış. Benim bu satırlara katabileceğim tek şey 2 bin 500 yıl sonra Antigone’nin hala yaşadığı. Hala mezar hakkını savunduğudur. Sennur Sezer haklı söylüyor. Antigone’yiy anlamayan barbar anlayış bugün de var. Değişen çok şey de yok. İsmene’ler olabileceği gibi Antigone’ler de evet var.
Bir kez daha söylüyoruz ki ‘bir mezar herkesin hakkıdır’ ve alacağız Ali’mizi yanında yatabileceğim bir yer hazır olsa bile. Yoğun bir ziyaretçi akınımız var. Saat 12.00’deki toplu mezarlarla ilgili panele çadırımızdan TAYAD’lı  Aileler katılıyor. Halkın avukatı avukatımızı ÇHD İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay da konuşmacı olarak katılıyor. Panel sonrası sanatçı aydın ve yazarların destek verdiği bir basın açıklaması yapılıyor çadırımızın yanında. Kardeş Türküler ve Seyfi Yerlikaya sanatçılar adına açıklama yapıyorlar.
Son güne vedalaşmalar sığdırıyoruz. Eltilerimiz vedalaşıyorlar. Sırayla sigara alıyorlar direnişte salınsın diye duman. İngiltere ve Fransa’dan ayrılık ve merhabalar  iç içe. Şırıl şırıl Munzur akıyor önümüzden. En öndeki festival aracı durup çadırımızı selamlıyorlar. Alkışlar sloganlar Dersim’in yiğit evladı Ali’yi selamlıyor. Kısıyorum gözlerimi. Ben de heycanlıyım. Duvardan destek alıp herkesi selamlıyor alkışlıyorum. 2 dakikalık oturma eylemi binlerin alkışları ve sloganlarıyla bitiyor. Çadırın gururu Dersim’de dalga dalga insan suretlerine yansıyor. CHP milletvekili Hüseyin Aygün geliyor dün akşam gibi. Beraber İdil Kültür Merkezi’nin hazırladığı tiyatro oyununu izleyeceğiz. Mehmet Esatoğlu’nun hazırladığı oyun gerçekten çok güzel. Toplu mezarları anlatıyor oyun. Perde kapanmadan ölüm orucundaki abi Ali için boğazımdan asla bir lokma geçmeyecek seni alana kadar diyor. Bütün meydan alkışlıyoruz emeklerini. Ben konuşuyorum sonra, yeri belli kardeşimin kimliği belli ben de onu istiyorum. Bunun için barbarlar benden bir bedel istiyorlarsa onu da öderim. Ölüm orucu eylemim ancak Ali’yi alınca biter. Tek bir lokma geçmeyecek boğazımdan. Annem sarsılıyor sarılıyor bana kızım gözyaşı döküyor utanmadan. Meydan üzüntü yaşıyor ama hiç kimse bana eylemi bırak demiyor. Aksine kenetleniyoruz. Zulme karşı daha çok şey yapmalıyız diyorlar. Yoruluyorum Ali çadıra herkesin bir anda girmemesi için dil döküyor. Selma abi bizi bile çok etkiledin her şeyi yapacağız bak… yeni şekeri Selma’ya tarif edip vedalaşacağız şeker bu genzime kaçıyor tedirgin öksürüyorum. Kucaklaşıp türkülerin sahipleriyle vedalaşıyoruz.
ESP Amed Parti Meclisi… Bir grup arkadaşla sloganlar eşliğinde çadırımıza çiçeklerle geliyorlar. Kucaklaşıyoruz süreci paylaşıyoruz… Çaylar yudumlanıyor devrimci dayanışma pekiştiriliyor. Mayasını soldan ve insandan alanı seviyoruz…
ÇHD’den Av. Ali Şafak iki gündür bizimle. Alçak gönüllü sade bir arkadaşımız. Sessizliğinin ardından bir merak ve bilgelik var. Sabahleyin çadırın önü yıkanırken çekçek çekiyorlar. Ayaklarımdaki yorgunluğu hatırlıyorum. Mutlak iyi dinlenmeli gece. Havanın sıcaklığı direnişimin en büyük düşmanı.

31 Temmuz 2011

DERSİM’DEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 51.GÜNÜ
Dinç bir şekilde yeni güne başlıyorum. Gece yanımdaki nöbetçiler kardeşim Nurten akrabam Fatma oluyor. Kızım su ise çadırımızın içindeki mini çadırda güzel günlerimizin düşlerini örüyor.
Kamer Genç beliriyor bir anda yatağımın ucunda. Geçmiş olsun haklı mücadelemizi destekliyorum diyor ve ekliyor basından arkadaşlar burada izin verirseniz gelebilir mi? Tabii ki meşru, haklı ve açık bir taleple buradayım. Gizli saklı bir şey yapmıyoruz.
Misafirlerimizin ardı arkası kesilmiyor. Pınar Sağ aracını durdurup hatırımızı soruyor.
Uzanıyorum halkın avukatı Taylan Tanay’ın sesini duyuyorum. Söğüdümüzün altında gazeteci Nuray mert ile sohbet başlatmışlar. Ev sahibi olarak katılıyorum bende. “yol ve zor” makalesi ve “namert” manşetini konuşuyoruz.
Bir soluk Munzur iniyoruz yenileniyor hücrelerimiz. Gelen misafirlerimizin yoğunluğunda Grup Yorum desteğini sunuyor. Çay servisi yapıp boşları topluyorlar. Konuşup elden geldiği kadar gelen misafire süreci anlatıyorlar. Birde “mahpushanelere güneş doğmuyor” çok güzel bir uzun hava ve harika yorumluyorlar. Nerede mi? Tabiî ki söğüdümüzün akşam serinliğinde tınısı bir tek sazın geceye kocaman bir senfoni orkestrası gibi yayılıyor. O tınıdaki her dokunuşta başka tatta çağlıyor, üstelik bu gecenin nöbetine duracaklar. Bende bir destekte bulunuyorum. Bir uzun havadır şu Munzur dağı… saz çalınır akşamları… gönlüm terazisi bozulur gider… aaaaah…aaaaah…aaaaah… Munzur aktıkça sen çağlayacaksın. Seni söyleyecekler her parlak yıldız aktığında. Çoktan yaktın kayıp zincirleri, binlerce tomurcuk el ele vermiş yeniden yaratılıyorsun.
Arılar en yüksek çiçeklere uğruyorlar her gün. Karıcalar aceleci inşası için geleceğin yuvası için ve güçlü. Kimsenin değil çatık kaşı, kimse yorgun, aç değil. Susuz yıkanan çadırlar hiçte kirli değiller. Yüksel caddesi vazgeçmez elin altından selamlıyor. Polonya’dan onur, Kayseri’den emekli öğretmenin öğretisi…ikinci isteğimi söylüyorum. “allı turnam” sever miydin sende acaba. Birlikte yükseltebilir miydik sesimizi. Can diye yazan canlar istiklalden, galatasarayda el sallıyorlar. Sahipsiz sanmışlardı ilk haftalar üşüyorduk Hasan Ocak için sahipsiz değil diye. Sırtımızda postane olurdu adres vatan sonra. Şimdi orda değilim ben Hasan benim için nöbette kendisi ile birlikte. O ki hasekide merhabasını bırakmıştı.
Günün telaşında yazılamayan dostlarımız biliriz etmezler sitem. Kıymetsiz değiller asla, yaşadığımız her gün gibi değerliler. Seviyoruz adresi bizimle buluşanları, kalpleri bizimle atanları. Seviyoruz düzgün babanın adını dilekle bırakanları. Sokağın sahibiyiz bu gecede yıldızlarla kol kola. Emaneti almak için yeni bir sabaha yatıyoruz.
30 Temmuz 2011

SAG ÖLÜM ORUCUNA DÖNÜŞTÜ 46.47.48.49.50 GÜNLER



DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCUNUN 50. GÜNÜ
Bir imza atabilirmiyiz ? Tabi neden olmasın yalnız imzalar az ötede toplanıyor. Canım ablam isterler ki böyle ağlayalım bundan keyif alırlar. Onları mutlu etmek istemeyiz değil mi? Demek sen benim akşam nöbetimi tutacan öylemi ! peki arkadaşım Davut’dan izin aldın mı? Şemsi abla bana kızmasın annen Boran’cım. Şemsi abla anlattı Davut abinin Avrupa’daki kızını beni hatırlamamasına bozulmadım değil hani. Çadırımızın dışarıdan görüntüsü ilgisini çekiyor insanların. İçerisi ise tam bir merak konusu. Caddemizin yoğunluğu büyük şehirlerden farksızlaşıyor bazen. Giyim kuşam daha yeni, insanların cildi pürüzsüz ve açık tenli. Buranın yerli halkı ise firarda sanki. Yabancı araç plakaları oldukça fazla göze batıyor. Av. Taylan Tanay Dersim’li duruşu ve kararlılığı ile geliyor. Konuşuyoruz toplumun vicdanının da dayanabileceği bir sınır vardır. İşte bu çadır o noktayı harekete geçirene kadar direnmelidir. Ve hiçbir emeğimiz suya yazılmıyor. Evet çok haklısın Taylan avukatım. Vicdan cüzdandan da öteye uzaklaştırılmış. Diyarbakır Lice’den Abdullah abimiz arayıp direnişimizi selamlıyor. Gözlerimizden sıkıca öpüyor. 70 yaşın ve güzel yüreğinin hürmetine ellimizden öpüyoruz. Batman’lı, Amed’li, Urfa, Şırnak, Mardin Kızıltepe, Siirt’den konuklarımız çayımızı paylaşıyorlar ve dostluklarını. Oldukça sıcak bir gündü ve ben çok yoruldum sanırım. Bugün vekaleti vermek gerek yaşamı savunan birine. Belki son noktayı da o koyacak önsözümüze. Orhan abimiz yine arıyor gelemedik diyor. Karadeniz den arayan dostlarımız gibi.
Ölüm orucu… bir çok insan neden diye soruyor. Kimi hüzünlü bakışlar kimi söz ile ifade ediyor. Ama dünyanın en meşru en haklı eylemi benimkisi. Düşünün tam 14 yıl önce bir çukura atılmış kardeşimi istiyorum. Çok mu ? ondan bize kalanları istiyoruz. Oysa kulaklar sağır kalpler kör mü kör. Tüm başvurulara red kararı veriliyorsa tüm görüşmelere rağmen aylardır verilmiyorsa cenazemiz başka bir yol var mıdır denemediğimiz bize söyleyin bana söyleyin diyorum.
Yoksa kızım. Biliyorum o dünyanın en güzel çocuğu, onu seviyorum.  Aslan oğlum, onları sevdiğim için ölüme yatıyorum. Yoksa ölme merakım yok. Sadece istediğim bir cenaze bir mezar. Soruyorum isteğim çok mu?

DESTEK MESAJLARI
Küçükken yazın Dersim'de köyümüze bazı akşamlar gerillalar gelirdi, biz küçüktük sadece adını bilirdik gerilla diye. Ama bizi avcılar avdan gelmişler kimseye söylemeyin diye ikaz ederlerdi. Biri amcamın çocukluk arkadaşıymış, diğeri de uzun ince çok yakışıklı, bir tanesi de kısaydı çok içten gülerdi, inadına gülerdi. 3 kişiydiler. Nenemden sonra gözlerimden ilk öpendi o amcamın arkadaşı, yer açardı yanına oturmam için. Bazen dışarıda nöbet tutardım biri gelirse diye.. Ama herkes zannederdi ki ben onları avcı olarak biliyorum, evet zulmün, faşizmin, devrim avcılarıydı onlar. Dik başlı onurluydular. Ama biliyordum onlar gerillaydı, bizim gerillamızdı.. Ve bir gün gideceklerini hiç bilmiyordum, gözüm hep arka bostandaydı.. Ve sessiz bir gün bir ikindi vakti kaybettik köy meydanında bizimkileri.. O günden sonra her köye gidişimde gözlerimden öperdi o amcamın arkadaşı.. Dik başlı onurlu olayım diye..
Hüsnü abi diyor sıcaklığımı hissetmeni istiyorum ve bu hakli davan davamızsa kazanacağız biliyorum.. Şimdi Dersim'de bademler çoktan çiçek açmıştır, kabukları kadar sert, zor kırılası bademler ne güzelde olgunlaşmıştır.. Direncin en az badem kabuğu kadar sert olmasını ve kırılmamasını diliyorum.. Çünkü o çekirdekler bizimdir asla kimselere vermeyeceğiz..

Bu gece sizin için bir yıldız tuttum, seyre dalmış ve saygıyla selamlıyorum..
Onur    29.07.2011 / Polonya 

merhaba can
acınızı paylaşıyorum
ben Malatya Akçadağ Kürecik’li bir genç olarak ve hatta Kürt Alevi genci olarak çok üzüldüm gerçekten çok üzüldüm
isterseniz Almanya’daki Alevi derneklerine başvurayım imza kampanyası başlatalım eğer bir yardımımız dokunacaksa seve seve canla başla varız yanlız değilsiniz bunu bilin
isterseniz telefon ile de görüşe biliriz 
Murat Karadağ  28 Temmuz 2011

Merhaba Can Dost Ben Hataydan Size Yazıyorum ... Verdiğimiz Mücadele Tüm Devrimci Yoldaşlarımızın Mücadelesidir ve Bunu Bilerek Hatayda Destek Olarak 2 Günlük Açlık Grevine Girmekten Gurur Duyuyorum..ve Şehidimizin Cenazesini Alacağımızdanda Hiç Bir Kuşku Görmüyorum..Zafer Bizim Direnen Halkın Olacak...Halkız Haklıyız Kazanacağız..Yaşasın Onurlu Mücadelemiz..

29 Temmuz 2011

DERSİM’DEKİ ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİNİN 49.GÜNÜ
07.00 saat sesler sıcak tanıdık. Göz kapaklarını ovuşturarak bakıyorum kimler varmış. Hoş geldiniz. Tayad hoş geldiniz. Sırtlamışsınız kavga ve umudun yükünü. Bilgen, bilgen hoş geldin tatlım, kızımın idil kültür merkezi çocuk korosundan arkadaşı çok sevdiği samimi olduğu üstelik.
Mektuplar geliyor yine uzaklardan ilişiyorlar kalplerimizin en güzel yerine “demiş ki bir arap şairi”, “kimki dağlara çıkmayı göze alamıyorsa hayatı boyunca kuytuluklarda yaşamaya mahkûmdur” kazanacağımıza olan inaçlarını dile getiriyorlar. Çünkü diyorlar “onurlu bir ölüm, zalimlerin esareti altında ölmekten iyidir”
“Merhaba Hüsnü abi,
Sana merhaba demeyeli yıllar oldu değil mi… demesek bile her karşılaştığımızda hep berabermişiz hissine kapılırdık hatırlarsan. Oysa ki aradan yıllar geçmiş olurdu şu an olduğu gibi.
İlk merhabamızda nesli suyu bekliyordunuz. O nasıl bekleyişti öyle heyecan, özlem, özveri, sabırsızlık hepsi bir aradaydı. Ve sonunda ismi de netleşmişti. İsmi nesli su olacaktı… Size ailemize yakışan bir isim, tertemiz, su gibi berrak…
Bu karşılaşmamız çok farklı oldu; haberini ilk okuduğumda dakikalarca baktım, düşündüm paylaştığımız her şey (çok şey sayılmasa da unutulmaz) gözümün önünden geçti. Ama inan bana hiç şaşırmadın. Gözlerine baktığımda acı, öfke ve büyük bir huzur gördüm. Her zamankinden daha yakındın.
Belki bir gün gerçekten karşılaşırız kim bilir… Karşılaşmasak da biz hep beraberiz biliyorsun ve yine yiyecek sadece dört zeytinimiz varken, dördünü paylaşmanın buruk ama tatlı mutluluğunu bu seferde açlığını paylaşarak yaşıyoruz. Zor günlerimizde olduğu gibi. Sen de çok iyi bilirsin ki; aradan yıllar geçse de hiç beklenmedik dertler, tasalar, acılar gelse de başımıza biz bize ait olan güzellikleri taşıdığımız sürece yine birbirimizi bulur ve paylaşırız acıları, mutluluğu ve özlemi ve açlığı…
Bak yine bir aradayız. Bu sefer bizi birleştiren Alimiz… Alilerimiz… Sen sadece gözlerinde sorardın onu. Şimdi tüm bedeninle, beyninle, kanın, canınla soruyorsun… Ona kavuşacağından, kavuşacağımızdan eminim abi… Şimdi bile farkındasındır. Binlerce Ali var etrafında… Dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar… Bu soyut bir şey değil, gerçekten hepimiz Aliyiz şimdi… Seni sizleri Ali’nin sevgisi, bağlılığıyla, özlemle kucaklıyor, annemizin ellerinden öpüyorum. Oradaki herkese selam ve sevgimizi yolluyoruz.
Kardeşin…”
Paylaşmak istedim geçmişten gelen merhabayı.
Doktorlar geliyorlar, birazda kan alarak kontrol ediyorlar sağlık durumumu…
Önce ingiltereden aramıştı geleceğim diye, sonra ankaradan aradı geliyorum diye. ismi semra eren. kardeşi faili meçhul... konuşuyoruz, dertleşiyoruz. samimi, sıcak...sonra bir bakıyoruz aynı köylü çıkıyoruz. hayat o kadar güzel tesadüflerle doluki dersimde...
Oldukça yoğun ziyaretçi akınımız var. İnsanlar desteklerini benimle paylaşmak istiyor. Görmek, konuşmak ve anı görüntüleme peşindeler. Maya-Der’li ve barış anneleri karanfillerle geliyorlar. Sıcak sohbetimiz kürtce zazaca ve türkce devam ediyor. Devletin yurtsever ve devrimcilere uyguladığı şiddeti yok etme politikasını, faili meçhulleri, gözaltında kayıpları, toplu mezarları, konuşuyor acılarımızı paylaşıyoruz. Analar gittikten sonra öğreniyoruz ki anaların arasında Abdullah Öcalanın ablası da var.
6225 imzamızı Tayad’lı aileler, Maya Der’li barış inisiyatifi anneleri ve devrimci kurumların desteği bir yürüyüşle sloganlarımız eşliğinde postaneye TBMM ye verilmek üzere imzalarımızı postalıyoruz. Eylemimizi palavra caddesinde 15 dakikalık oturma eylemiyle bitiriyoruz. Bugün 1000 yakın imza toplamışız tabi bunlar gönderdiklerimizin dışında.
Kızım su gün boyu dağıttığı bildirilerden yorgun boynumda dolanıyor. Kaçıncı öpücüğüdür boynuma serinlik veren. Yüzünde karışık bir hüzün var çocukça. Arada fırsat buldukça bir birlerine su atıyorlar bilgen. Havanın sıcaklığında bir tek bu oyun oynanır değimli. Gelmesini çok beklediğimiz kızım su beklemenize değdi diyor. Hiç tanımadığı, tanıyamayacağı yürekleri üzerine gömlek gibi giyiyor.
28 Temmuz 2011



DERSİM’DEKİ ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİNİN 48.GÜNÜ
Açlık grevinde iken limonata çok içildiğinde fonksiyonu düşüyor, mutlak 50 bardaktan aşağıya olmamak şartıyla sıvı tüketmek gerekiyor. Bitki çaylarından nane, limon, ada çayı ve yeşil çay almamak lazım. Daha çok böğürtlen, kuşburnu, karışık bitki çaylarını içmek gerekiyor. Misbon tarzı bayram şekerleri tüketmek gerekiyor. Uzun soluklu direnişlerde enerji tasarruflu kullanılmaktadır. Çok gerekmedikçe hareket edilmemeli farklı meşguliyetler ve konuşmalardan kaçınılmalıdır. Düzenli egzersiz, okuma, sohbet ve sıvı tüketiminin çizelgesi çıkartılıp buna uyulmalıdır. B1 vitamini düzenli alınmalıdır. Bu eylem biçimi ancak kişinin özgür iradesiyle alınırsa başarıya ulaşabilir. Başlarken son ana kadar yaşayıp hayatı bütün vedalara da hazır olunmalıdır. Eylemin kendisi iradelerin önce kendisi sonra düşman ile çarpışmasıdır.
Ellerinden öperim Zeynep ana selamlarım amcama iyi olun lütfen.
Bende sizleri tebrik ediyorum. İngiltere’den kartları postacımız baki abi getiriyor. Diğer postacımız Hüseyin abi geç kalmasının acısını tutsak mektupları getirerek çıkartıyor. İngiltere’den bolca sevgi, saygı, destek selamların biz aynı aileden olabilir miyiz acaba sorusunun cevabını da alıyoruz. “ne fark eder zaten aynı şeyleri hissedip yaşamıyor muyuz” gözlerinizden öperim bende, hepinizi yürekten kucaklayıp selamlıyoruz.
Aydın ve sanatçı dostlarımız için imza föyleri nerede arkadaşlar! Biraz daha dikkatli düzenli olmalıyız. Dün Cezmi Ersöz ile konuşmuştuk son durumumuzu. Antalya’da imza gününde kızımla gidip toplu mezarları konuşmuştuk. Sanırım Mart 25 idi. “şizofren aşka mektuplar”da insan ruhunun girdiği girdabı sorguluyordu. Armutlu’da Canan ile Zehray’ı yazacak kadarda mütevazi. Ne gerekiyorsa yapmaya çalışacağım ayrıca bunu her yerde de dile getireceğim. Buraya çadıra da bekleriz usta. “ertesi günlerin aşkı”nı belki yazarsın.
Hasan amcamız dönüyor iki günlük hastane maverasından. Durmuyor çadırın tavanını güçlendiriyor tel çekiyor. Yiğit insan kule yüksekliğindeki boyuyla hem görünüşünü birleştirmiş yol gösteriyor her konuda. Palavraya ilk kez gördüğümüz bir amca ne ikram size diyor. Akşam yemeği söyleyim mi. Bende 80 lerde Biray açlık grevi yaptım. İyi yapmışsın amca bari iyi kilo aldın mı? Kahkahalar içimizde atıldığı için mideler kasılıyor, olsun. Son hikâyesi doğru ama şu sizin amca, babanız var ya cezaevleri için nereden bulmuşsa toplamış koca lastikleri getirip yolla üst üste koymuş. Sonrası malum. Yav ne adam yahu.
96 gazisiyim ben Haydar. Açlıkla aran nasıl. İyidir arkadaş olduk. Gülüyoruz karşılıklı ne diyeyim bilmiyorum. Ama Ali şimdi seninle öğünüyordur. Abisiyle gurur duyuyordur. Bizde duyuyor, öğünüyoruz. Ali duyuyordur değil mi bunu bilmek nasıl huzur veriyor biliyor musunuz. İç huzurun güzelliğini de biliyorsunuzdur. Her gün yazmak gerek şikâyet etmeden. Defteri tanık yapmak için tarihe. Zorlanacağız günler ilerledikçe fakat bu kalem düşmemeli elden. Şairi ya da yazarı değiliz çıkacak makalenin. Çadırdan dışarıya taşan hayatların sözcükleriyiz. İmlası yanlış, cümlesi düşükte olsa yazmalıyız. Başka çadırlara yazıyoruz. Onlar bilir duygularımızı. Cezaevlerine yazıyoruz, sokaktaki öfkeye gece kondudaki duvara yazıyoruz.
Vardiya değişimine yazıyoruz. Pencere kenarındaki kumrulara, özlem yüklü güvercinlere, tedirgin bakışlara ve şuanda daha fazla uzatmama engel olan güzel yeni konuklarımıza yazıyoruz. Daha ileri gidiyoruz arkadaşlar koşturmada çayı siz demler misiniz, sevgili konuklar. İzmir eli değiyor çaya demeden Almanya suyunu iyi kaynatın diyor. Eyvallah güzel dostlar. Işık sizlerle daha parlak gecede.
27 Temmuz 2011

DERSİMDEKİ ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİNİN 47.GÜNÜ
Çadırımızın ilk ziyaretçisi postacı abi oluyor. Dün içerken çayını anlatmıştı. Kızı rahatsızlanmış Diyarbakır’a götürmüşler üzülüyorum dedi. Bizde üzüldük mektup amca eşine de üzüldük oda rahatsızmış. Selamlar bolca ve şifalar diliyoruz.
Sincan 1 Nolu F tipinden uzun kollarıyla uzatılan papatyaları alıyoruz. Özlem, hasret ve umut kokuyorlar mis gibi taze ekmek gibi. Karikatürdeki yetenek nasılda göze batıyor. Kardeşlerim, abilerim hünerli sözcüklerle mücadelemizi yaşıyorlar adeta. Hepsini saygı ile selamlıyor, umut dolu yarınlarda hep birlikte diyoruz.
Henüz uzanmışken güneşten çökmüş kartonların altına Mikail Aslan ve iki alman arkadaşı dost ellerini uzatıyorlar. İyiyim ben çok iyi. Sizleri de iyi gördüm. Ortaya anlattıklarımızı Mikail dostlarına çeviriyor. İlgiyle dinliyorlar. Günün karesine düşüp vedalaşıyoruz. Dün geceden beri telefon, sms ve maillerle daha bir merak ediliyorum. Gururun arka penceresi, herkesin sesine yansıyor biliyorum. Heyyy bence siz bu gururu hiçte gizlemeyin, aksine doya doya yaşayalım hep birlikte.
Hatırlarsın düğümlendi sözcükler konuşamadım bende ilk anda. Abi dedim benle birlikte abinde döndü. Abiydik tanımadığım abinle. Bak hayat bu işte. Benimde birçok kardeşim var hem de dünyanın her yerinden.
Bak örneğin Almanya’dan anarşist tutsak Werner Brauner’den destek mesajı geliyor. “Eğer şehitlere ve ölülere onurlu davranılması için mücadele ederlerse, bütün dünyadaki insanlar için mücadele etmiş olurlar.” Teşekkürler Werner, “ yaşasın halkların kardeşliği” kucaklıyorum kocaman. Ve hapishanede 54 gün sürdürdüğün ve kazandığın mücadelen içinde kutluyorum. Böyle uzayıp gidiyor insana çıkarttığımız kimlikler.
Sadece bu anlar için kitaplar yazılabilir. Yazılabilir de muhakkak ama hep bir cümle eksik kalır söylenen. O yüzden tekrar derim ki ben haklı, meşru ve insani olan talebim karşılanana kadar taşıyacağımız bandın gururu hepimizindir. “bu zincir böyle kırılacak”
Ziyaretçilerimiz geliyor yoğun bir şekilde, festivalde de sahne alacak olan Sene Dersim beyazlar içinde süzülüyor çadıra. Samimi bir şekilde paylaşıyoruz direnişimizi. Her türlü katkıya varım ben diyor kucaklaşıyoruz.
Tayad’lı aileler destek açlık grevi için toplandıkları yüksel caddesine polis saldırıp haksız bir şekilde gözaltı yapıyor haberleri geliyor. Gözaltılara karşı KESK Başkanı Lami Özgen, şair Mehmet Özer ve ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı birer konuşma yapıp keyfiliği ve yasadışılığı protesto etmişler. Bu haber çeşitli ulusal kanallarda yer almış.
O iyi akşamlar selam veren güzel insanlar, merhabalarınızı çok önemsiyoruz. Sağ olun gelmeniz yeterli.  bu söz yeterli gelmedi de bu kadar çay şekerimi alınır. Sağolun. Dayanışma ağında herkesin yapacağı ne varsa yapıyor.
Çay demlenir heyecanla haberi kovalanır kanallarda. Su taşınır etraf temizlenir. Herkes bir ucundan tutmuş olacak ki dünya sallanır bir kez daha dersimden. Haber gelir Ankara serbest bırakılmıştır, açlık özgürce tutulmaya devam edilir. Alkışlanır açlık kutsanır bir kez daha onurlu duruş.
 Sizi seviyoruz büyük aile; parçası olan her bir ferdine şükran duyuyordur evren.
26 Temmuz 2011



DERSİM’DEKİ ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİNİN 46.GÜNÜ
Bir başka uyanıyor gün heyecanlı her zamankinden, anlat diyor kendini. Hep anlatıyorum ya deyince bak bu fırsat her zaman geçmez ele sen anlat bence diyorum içimden.
Arkadaşlar tek tek traş olup elbiselerini değiştirip aralarında konuşuyorlar. Kızlarımız, analarım yüzleri pak fakat durgun…
Kızım arıyor babacık nasılsın. İyiyim, sen. Oğlum arıyor baba ne haber. İyiyim oğlum sen, iyiyim. Senin sağlığın nasıl iyiyim oğlum gayet iyi, çay içiyoruz arkadaşlarla. Baba kurban olsun size. Kızım 11, oğlum 20 yaşında. Yedi yıldır üçümüz birlikte yaşıyoruz. Çok iyi bir aileyiz. Duyarsız değiliz birbirimize sahici bir sevgi ve bağlılık var. Yeme, içme ve diğer sorunları hallederken çok zorlanmam. Elim lezzetli, dilim tatlı evim düzenli ve hijyeniktir. Bu günün tarihi olan süresiz açlık grevinin rakamı gibi 46 yaşındayım ve emekliyim. Ekonomik sıkıntım herkes kadar var-yok. Ailece hayatı sorgular öyle yaşarız. Hep daha ötesini düşünür hareket ederiz. Emekli olunca her yıl bir şehir deyip Antalya’ya gittik. Tarihte haydutlara sığınak olmuş bu şehir bizi de kucakladı. Sevdirdik kendimizi bizde sevdik onu. Sonra baktım Dersim’den haber var. Koştum bu yana. Bazen benim gitmelerim gibi gitti sevgiler, parçalanırım bende herkes gibi.
Yeni şafaktan Teodora Doni köşesinde yazdı bugün “sayın yıldız umut dolu ve hayatı çok sevdiğini söylüyor.”
Kemikler toprağın altından fışkırmaya devam ediyor. Munzur’un en yüksek bölgesi Kılıçkaya’da 89 kişinin olduğu toplu mezar, kemiklerin toprağın üzerine çıkmasıyla ortaya çıkıyor.
Basın açıklamasına hazırlıklar kontrol ediliyor. Ben duş alıyorum, ütülü pantolon giyiyorum. Basın açıklamamıza çıkıyoruz gururlu sloganlar atıyoruz meydana. Ben konuşuyorum. Kardeşimin cenazesini almak için 46 gündür sürdürdüğüm süresiz açlık grevini ölüm orucu direnişine dönüştürüyorum. Bu mücadelemin sonunda cenazemizi alacağımıza dair olan kararlılığı vurguluyorum.
Dersim dernekleri Avrupa federasyonu başkanı Yaşar Kaya ve milletvekili Hüseyin Aygün kararımı gözden geçirmemi söylüyor. Haklı mücadelemin yollarını arayalım diyorlar…
Amcam, beyaz baba ağır geldi değil mi takamam bandı diye şekerini yükselttin. Üzdük mü seni, yüreğim kaldıramaz mı dedin. Biz düşünemedik bunu dayanamaz bağışlarsın bizi sen, çocuklarına dayanamazsın sen.
Canım annem ne çok şey görüp yaşadın şu 46 yılda. Alnımdaki bandı bir sen öpemedin. Sarıldın sonra zaza kucaklamasıyla. Bu gece senin yanında yatacağım. Çayımı gözünün önünde birkaç sefer göstererek yudumladım, şekere diş biledim, öyle azda olsa rahatladın.
Fidan ana ile Kumru ananın bakışlarındaki kararlılık ve alnımdaki yorgun öpücükler hiç gitmeyecek. Gurur yüklü çünkü. Gülseren, Fatma, Haydar ve Hüsnüye’nin imzaları var. Genç arkadaşlar sarıyorlar sırayla. Her tepkimi ayrıntılı inceliyorlar.
Çayı hak ettik sanırım değil mi Mehmet. Alnıma ilk konan dokunuşun sahibisin. Bandımı çok güzel bağladın,  sorumluluk zor şey ikiletmedin.
Ölüm orucu direnişimiz gelen ilk ziyaretçilerini ağırlıyor. Mehtap var güzel. Palavra caddesi kalabalık voltada. Bizde de yorgun bir gecede kendimizi yaşamanın mutluluğu var.
Kalbi bu çadırda atan herkesi saygı ile selamlıyorum. Üzüntümüzü üzüntü bilen, sevincimize türkü söyleyenlerin alınlarından öpüyoruz. İyi geceler yıldızların altına paylaşabilenler.
25 Temmuz 2011

25 Temmuz 2011 Pazartesi

DERSİMDEKİ SÜRESİZ AÇLIK GREVİNİN 45. GÜNÜ
Uzaklara bakıyorum
Dağlar yakın geliyor bana
Yakındakiler dağ gibi uzak
Dağları denizlerle kavuşturan
Sular çağırıyor
Rüzgâr sevinç taşıyor
Esir şehirlere
Rozanın çığlığı çarpıyor
Yüreğimizin ayaklarına
Gitmeliyiz
Kendi sularımıza dönmeliyiz
Ölüm günbatımı ise
Serin dağ başlarında ölmeliyiz
Gitmeliyiz
Düşlerimiz hala sıcakken
Mehmet Özer
Daha iyi dinlenmiş hissediyorum kendimi. Şimdi mis gibi çay ve jeli bom fena olmaz. Yudumlarken ağır ağır çayı, kirli sakalı ve dostça sesi ile merhaba diyor; ben Mehmet Özer. Ben hüsnü hoş geldin şair adam. Ellerinden öper günün ilk saatleri. Sende çayımızdan içer misin, birde şu meydandaki 45.günümüze kendince bakar mısın? İyi biliyor buranın dağlarının gün batımı ve sularını. Gitmeliyiz, düşlerimiz hala sıcakken… Kendisinin yakın arkadaşlarının isimlerini paylaşıyor bizle. Konuşacağım hepsi ile tek tek. Aynı karelere resimleniyoruz. Giderken aklında ikimizin de duyabileceği şekilde dillendirdiği “tıkandım” sözcüğünü not olarak bırakıyor.
Nazlı akıyor yüzüme attığım su keçisakalımdan süzülürken. Musluğa eğildiğimde bileklerimin inceldiğini fark ediyorum. Elmacık kemiklerim iyice belirginleşmiş tıpkı irice burnum gibi. Çukurdan bakıyorum, dokunuyorum ayak bileklerimden boynuma kadar. Bu zayıf beden benim. Kaç beden zayıflamış olabilirim, kuşkulanıyorum sıfır beden bu olmasa gerek. Hâlbuki çokça görmüştüm çokça belli etmemeye çalışmıştım bakışlarımı.
Aynaya yeniden bakıp tam 80 adım sonra günlüğüme uzanıyorum. “Seni oradan çıkartıp alacağım” “canım kardeşim” böyle yazıyorum. Böyle olacak kesinlikle bedenim zayıflarken ciğerimden yükselen sahiplik duygusuyla aceleci kimliğime bürünüyorum. Dağ gibi yüksek ve o kadar göğe yakınken hiç bu kadar güçlü olmadığımı düşünüyorum.
Stutgard’dan bol alkışlı destek haberi geliyor. Bizde onları meydan okuyan çadırımızdan saygı ile selamlıyor alkışlıyoruz. Dönecek gün, büyüdüğümüz sokaklar saracak bizi. Bu bir kavga faşizmle yürüttüğümüz. Biz kazanacağız kavganın sonunda. Haklı ile haksızın düğüşünü bir kez de ben vereceğim. Başlarken demiştik, tankım topum yok diye. Ama inanırım insana, sevgiye, aşka, inanırım çocukça, adalete, eşitliğe, paylaşmaya. Özgür kılar beni bu taşıdığım duyguların tamamı ve güçlü. Onların insana inanmaz yalanlarından ötürü sevmezler kimseyi sevgileri yoktur. Çocuklukları, adaletleri yoktur eşitliği tanımaz, paylaşmaya yanaşmazlar. Sahici selamları saradandır, güvensizdir, kaçaktır, bencildir. Olsun çıktık şimdi aynı arenadayız. Aklımda kalan binlerce yıllık tarih ve isimler. Nefesimle nefes alan binlerce alnı bantlı dağ rüzgârı var. Kollarımı açtım, alnımda gururla yeşerecek gülümseyişleri bekliyorum.
Seyit Rıza parkına iniyoruz. Annem, Fidan ana, Hasan amca ve hocamız. Çay içeceğiz oturacak yer yok. Hasan amca kızgın… Kaşlarını çatma güzel amcam. Halka rağmen halk için. Sey uşen heykeline de uğruyoruz. Bana deli demişlerdi hep gördünüz değimli iyi geceler zeka da deli kalanlar.
25 Temmuz 2011

ALİ YILDIZ’ın abisi HÜSNÜ YILDIZ
Tel: 0533 300 96 07
                                                                                                    www.toplumezarlaracilsin.com










24 Temmuz 2011 Pazar

DERSİMDEKİ SÜRESİZ AÇLIK GREVİ DİRENİŞİNİN 44.GÜNÜ
Birkaç kez uyanmanın dışında, rüzgâra asılı çadırımızın mavi renkli tentesiyle göz göze gelerek uyanıyoruz. İnsan ruhunun sınırsız özgürlüğünü temsil eden bu renk, bütünleşiyor direniş eylemimizle.
Gazeteler geliyor. Manşetlerden köşe yazılarına taşınan ırkçılık söylemleri sayfa sayfa. Yoksul halk çocuğu askerlerin ölümüne fırsatçı akbabalar gibi saldırıyorlar. Sırça köşklerinde oturup, yüksek maaşlarının tokluğu ile diğer yoksul halk çocuklarını saldırganlaştırmak için yarışıyorlar. Eğer bizim memed unutulacağı kesin kısa zaman aralığında ölmezse; halkları gasp edilmiş bir hayatta tutunmaya çalışacak. Magazinsel bir eş, arkadaş, sevgiliyi sık sık değiştirmeyeceği için, en büyük aşkım deyip küçücük heyecanların ilk göz temaslarıyla evlenebilirse, evlenecek. Muhtemelen sendikasız, sigortasız, güvencesiz, ölümün kaza taşeronunda işe başlayacak. Gençliğin verdiği güven, “borç yiğidin kamçısıdır” egemen atasözüne de inanarak, hep borçları için çalışacak. En yüksek makamdan üç çocuktan aşağı çocuk sahibi olmayın propaganda saldırısına uğramıştır ki memed, aynada kendini tanıyamayacaktır bir süre sonra. Çocukluğunun uğradığı şiddeti, çocuklarından, annesininkini karısından çıkarmaya başlamıştır. Bencil bireyin ruhundaki tahribata karşı koyamaz ki bencillik ona kapitalizmin en büyük saldırısı olarak işlenmiştir. Kimisi şiddetle geçen gençliğinden ötürü tetikçi, maşa olması kaçınılmazsa döner birde eşine 17 bıçak, 4 mermi, çocuklarını boğmakla sonlandırır yaşamları. Kendisine dayatılan açmazları açamayan memed işten atılır, tersahanede düşer veya yanar. Diyelim ki bu kötü senaryoların hiç biri olmadı; hayatın anlamını farkına bile varamadan her canlı gibi ölümü tadar sessiz, sedasız yitip gider. Demagoglar mı? Onlar gibi satılıklar kendi ülkelerini pazarlamakla, elleri çak yapanların kapı arkalarında nelerin satıldığını gizlemekle meşguldür köşelerinde ve memedler için çıkardıkları gürültü ırkçılığı, şovenizmi pompalamak içindir.
Birbirinden güzel insanlar kızlı, erkekli çadırdan içeri giriyorlar. Hemen kaynaşıyoruz.” Çay”, “olur” diyorlar. “Nereden”, “İstanbul, Ovacıklıyız aslen”, “İstanbul’un neresi”, Okmeydanı”, “neresi ya kimlerdensiniz”, “Dedem dededir”,  “ayağı aksıyor mu”, “evet”, “ sakın Erdal abinin…”, “evet…yoksa…”, “aynen”,  “hüsnü abi arabana almıştım bizi babamla pikniğe gitmiştik. Çok değişmişsin tanıyamadık”, “sizde büyümüşsünüz” Erdal abi sen çok güzel bir insandın çocuklarına nasılda yansımış. Bu güzel tesadüf sonrası, Erdal abi ile telefonda konuşuyoruz, pazartesiye diyoruz.
Ömer Köse abi arıyor, Ali Osman Köse’nin selamlarını iletiyor. Parmaklıktan içeriye bizde direnişle bezenen selamlarımızı yolluyoruz. Yurtdışından gelen misafirlerimizin sayısında belirgin bir artış var. Büyük çoğunluk duyarlı davranıp çayımızı içiyorlar. Yurt dışından ve içeriden hatırımızı soruyorlar.
Türbanlı bir ziyaretçimiz geliyor, uzun uzadıya konuşuyoruz. Samimi, sıcak sorgulamaya başlamış bir çok şeyi ama umutlu değilim diyor. Her şeye rağmen umutlu olmanın zorunluluğunu hissediyoruz dersimin dimdik dağlarına bakarak. Sessizce bizi dinleyen iki kadın misafirimiz halkın gözüyle konuşulanları dinliyor. Biri mahcup“buradan her gün geçiyorum ama gelmedim hiç ve kendimi gelmek zorunda hissettim en sonunda ne yapabiliriz, imzaysa imza eylemse eylem…” diyor.
Hava karardıkça yıldızlarda daha belirginleşiyor, bizim ‘yıldız’ımız toprağın altından Dersim’i aydınlatıyor adeta bunu hissediyoruz. Dersim gün gün doğuyor, büyüyor…

24 Temmuz 2011

ALİ YILDIZ’ın abisi HÜSNÜ YILDIZ
Tel: 0533 300 96 07
                                                                                                    www.toplumezarlaracilsin.com